TIKANMACA


Pek sevgili okuyucum, bu aralar bir tıkanıklık içerisindeyim. Her türlü açıcıyı denesem de henüz tıkanıklığı ruhumdan, beynimden ve de vücudumdan atabilmiş değilim. Bu yüzden sol tarafımda bir ağrılık VAR:) hafifletmeye çalışıyorum. Tıkanıklık en kısa zamanda gidirilecek olup, paylaşımlarıma kaldığım yerden devam edeceğim.

Paniğe gerek yok her şey kontrol altında...:) Ama şimdilik bu karalamaca ile idare ediverin...

Hangi gözlerle bakarsın bana ve aynaya,
Hangi düşünceleri getirirsin gece yatağına yanında
İçerden bir yerden duymazsan bir hayıflanma, o zaman aldırma
Demek ki kandırmaca iş başında!

BAJAR

bjar Son zamanlarda sürekli dinlediğim grup…

Her dinlediğimde bambaşka yerlere gidiyorum ve gittiğim yerdeki kahrolası bir ses bulunmak istediğim yerin içinde bulunduğum yer olmadığını yüzüme çekinmeden vuruyor. O küstah ses sonra kulağıma cam bir fanusun içinde hapsolduğumu fısıldıyor. Görmüyor musun diyor bana, fanusun içinde o kadar çok insan nefes alıyor ki sana temiz hava kalmıyor diyor, sonra yalvaran bir ses tonuyla boğulma diyor…Bu aralar o sesle uğraşıyorum, onu ikna etmeye çalışıyorum, gündelik dertleri anlatıp onları çözmeden çıkamayacağımı söylüyorum, kanmıyor inanmıyor bana. Çıkmalısın, kaçmalısın bu renkli kalabalık fanusun içinden diyor. Ben de kaçış planımı düşünüyorum küçük bir delik açıp kurtulsam mı yoksa camı kırıp herkesin temiz hava almasını mı sağlasam? Ama sonra diyorum ki eğer ben kurtulur camın diğer tarafındaki hayatı onlara gösterirsem beni takip ederler…Nasıl inandıracağımı düşünüyorum, gözünü, aklını, kalbini kapatan insanların içine nasıl sızarım diyorum, sonra Bajar’ı düşünüyorum,onlar Nezbe diyorlar, ben onlara, gerçekliğime yaklaşıyorum ama bulunduğum ortamdan uzaklaşan beni nereye koyacağımı bilemiyorum ve yine cama çarpıyorum…

CAD9UOYR

Sessizlik ve Karanlık İstiyorum...


Bugün sessizlik ve karanlık istiyorum.Gerçeği işitmediğim sesleri, doğru yüzleri göremediğim aydınlığı istemiyorum.O kadar çok ses var ki birbirinin aynısı, duymak istemiyorum...
Karanlık olmalı ki her şey, insanların görülmediğini düşündüğü anlarda yaktığım bir mumla gerçek yüzlerini görebileyim...Karanlıkta olmalıyım ki, beni aramaya gelen ışığı görebileyim...

Yitik Bir Aşkın Gölgesinde


Yitik bir aşkın gölgesinde, vatanı ve aşkı arasında kalmış ve sonunda her ikisini de kaybetmiş, her ikisine de hasret şekilde ölmüş Memduh Selim Bey'in hikayesi...Sürgün edildiği topraklarda bulduğu cennetini, vatanı ve halkı uğruna verdiği kavgada cehenneme çeviren bir adamın hikayesi...


Öyle etkiledi ki Memduh Selim'in aşk acısı, ağlayarak okudum her bir sayfayı...Çünkü bir zamanlar ben de birisini cennetim, vatanım bellemiş ama sonunda her ikisine de kavuşamıştım. O yüzden iyi bilirim bedenin ondan uzak olup yüreğinin, aklının onunla olmasını, ayrıldığında nasıl nefessiz kalındığını, sadece sana ait olduğunu düşündüğün ve taa içine işleyen gülüşü, nefesi, kokuyu...Şimdi her şey uzakta kaldı belki ama bana bir avuç dolusu kalp kırıklığı, bir şarkı ya da acı anıyla geliveren göz yaşı, yiten giden umutlar kaldı. Ama bütün bunlar benim hatamdı onun hiç suçu yoktu ki çünkü küçük bir çocuktu, benim için bu kadar büyük şeyleri ifade ettiğini nasıl anlayabilirdi ve sonunda çocukluğuna yaraşan bütün bencilliği ile benim bir parçamı beraberinde götürdü gitti...


"Her şeyin kendi zamanı var " derdi bir hocam. Evet benim Memduh Selim'i anlama zamanım şimdi idi. Ve inanın bu duyguyu başka bir hayat ile paylaşmak ve yalnız olmadığımı bilmek her şeye değer.

Eminim ki Mehmed Uzun, inancı uğruna cennetinden kovulan asil, yalnız, iyi yürekli Memduh Selim Bey'e gittiği yerde bir cennet yaratmıştır, tıpkı birisinin de bir gün benim için yaratacağı gibi...


Yazamama Korkusu


Birkaç aydır, küçükken ne olmayı ve yapmayı hayal ettiğimi bulmaya çalışıyorum. Maalesef bulamadım henüz. Bir anda hatırlamayı umuyorum...Ama bugün fark ettim ki belki de küçükken yapmaktan korktuğum şeylerin üzerine gidersem korkuların kapattığı hayallerimi bulabilirim. İşte yazmak benim korkularımdan birisiydi. Türkçe derslerinde giriş-gelişme ve sonuç basamaklarında kompozisyon yazmaya çalışmak benim için işkenceydi. Zaten aldığım notlar, bu işi o sistem içinde pek de iyi yapamadığımın kanıtıydı. Bu yüzden yazmadım hiç hatta günlük bile tutmadım. Çünkü zamanında yaşadığım ve benim için çok önemli olayların, üzerinden zaman geçtikten sonra öneminin yitirmesine katlanamıyordum. Ancak birkaç ay önce kendime mavi balıklı bir defter alarak hergün 3 sayfa yazmaya çalıştım. Sonra bu işi bilgisayarda daha rahat yapabileceğimi düşündüğüm için bu blogu oluşturdum. Yazdıklarım bana ait şeyler, benim kendimce dertlerim, düşüncelerim, korkularım bunları paylaşma derdinde değildim. Ancak fikrine önem verdiğim 3 arkadaşıma okuttum. Şimdi ise korkuyorum ya kelimelerim biterse diye...O yüzden sanki düşündüklerimin hepsini yazarsam geriye birşey kalmayacak diye korkuyorum...Yine içimdeki korkan çocuk konuşuyor biliyorum ama korkma korkan küçük Gözde, bu satırları kendin için yazıyorsun, yeni düşüncelere yer açmak için yazıyorsun, seninle aynı şeyleri hissedebilecek dostlarınla paylaşmak için yazıyorsun, korkularını gün ışığına çıkarıp kurutmak için yazıyorsun...Korkma küçük Gözde çünkü kullanılan kelimeler aynı olsa da sana o satırları yazdıran duygular hiçbir zaman aynı olmayacaktır...

İnandığınız Şey Hayatınız Olur


Seneler önce "Aşkın Gücü" adında bir kitap okumuştum. Konusunu tam hatırlamıyorum ancak aklımda kalan tek şey kitabın bir yerinde geçen "İnandığınız şey hayatınız olur" cümlesi. Bu cümlenin doğru olduğunu okuduğum anda biliyordum ama bu cümlenin ne kadar doğru olduğunu anlamam biraz zaman aldı...Şimdi görüyorum ki hepimiz, inancımızın yarattığı bir dünyada yaşıyoruz. Neye inanırsak inanalım seçimlerimiz ve çevremiz bu inanca göre şekilleniyor...İnancımızın izin verdiğini yapıyoruz..Peki bir şeye ne zaman inanırsınız? Bana göre inancı etkileyen üç şey var, yüreğin sesi, beynin sesi, dış dünyanın sesi (başta anne baba olmak üzere kapsama ve etki alanında olan herkes)...Üçünün arasındaki en tehlikeli ses dış dünyanın sesi, çünkü bu ses bizi yapamayacağımıza, birinin diğerinden üstün olduğuna, neyin doğru neyin yanlış olduğuna, nasıl yaşamamız gerektiğine inandıran ses...Bu ses o kadar tehlikeli ki bize ait olan yüreğin ve beynin sesini bile etki altına alabiliyor...O yüzden kendi adıma inandığım şeyleri sorguluyorum artık inancımın hangi sesten çıktığını bulmaya çalışıyorum...Ve yüreğimin sesini temel alıp üstüne beynimin sesini ekliyorum ve aralarda etkilerini hissettiğim kötü dış sesleri ayıklıyorum ve inancımın sesini oluştuyuroum...Bu ses bana korktuğum, uyuyamadığım gecelerde ninni; düşüp yaralandığımda ise kalkıp yeniden yürümemi, hayata tutunmam gerektiğini söylüyor...


Bana göre inanmak; puslu, karanlık, bir havada deniz feneri gibi limanınızın yolunu aydınlatır; tabii o limanda sizi nelerin beklediğini biliyorsanız...



Yalnızlık...


İnsan ne zaman yalnız hisseder kendini ve niye hisseder? Nedendir bu ait olma duygusu? Her insan kendini şanlıysa bazen yalnız hisseder. İnsan en çokta hayatın koşuşturmacasından sonra bomboş bir eve geldiğinde; derdini, sevincini, heycanını aslında gözlerinden orada olmadığı boş bakışlarından anlaşılan birine anlatırken; fiziksel olarak bir araya gelmiş ancak ruhen bir araya gelememiş insan topluluğu içindeyken; nasıl olursa olsun evinden ve ailesinden uzaktayken; bir yere ait değilken; en çok ama en çok da sevgiliye anlatılmak üzere biriktirilen hislerin, özlemlerin, beklentilerin onunla paylaşıldığında sıradan olduğu ve bir değerinin olmadığını anladığında yalnız hisseder..Sizi bilmem ama ben şimdilik ara sıra bu durumlarda yalnız hissediyorum..Ama aslında yalnızlık hiç de kötü değildir eğer tercihe bırakılmışsa. İnsan yalnız kalmalı bazen, düşüncelerini, kendini nadasa bırakmalı..İşlediği kötülükleri, kırdığı insanları,ne yaptığını, ne yapması gerektğini sorgulamalı, rahatsız etmeli kendini..Ve nadasa bıraktığı düşünceleri büyüdüğünde, iç hesaplaşmasını bitirdiğinde bir daha gelmek üzere terk etmeli yalnızlık evini..Ne güzeldir içine kapanmak, kapandıkça büyümek ve taşmak...Çok önemli değil bence ne kadar taşıldığı, kim ne olursa olsun ne kadarlık bir alan kaplarsa kaplasın yeter ki kabından taşsın..Ben bu ara nacizene kabımdan taşıyorum ve taşanlara tekrar taşması için yeni bir kap arıyorum...

Köy Ve Çocukluğum


Köy, köyüm, ne zaman aklıma düşse içimde ferahlık uyandıran tek yer...Öyle güzel anılarım var ki orada..Özellikle oradaki ışığın, gün içinde farklılaşması sonucunda oluşan aydınlık tonlarının hayatımda o kadar önemli bir yeri var ki..Nerede olursam olayım ne zaman günün herhangi bir anında çocukluğuma dair bir ışık yakalasam o zaman birçok şey gelir gözümün önüne; 2. ailem, o ailenin her bireyi, dağları, tarlaları,kel armudu, evimizin önünde uzanan yemyeşil buğday tarlası, yüzmeye gittiğimiz batar çıkar, avluda bamya yemeği, kendimi aiti hissttiğim tek yer belki de orası...Bir de evimizin misafir odasında babamın Ahmet Kaya (Resitaller 2 albümü) ve Sadık Gürbüz (Gurbet Bize Yazgı mı?)dinlemesi..İşte bu iki albümün benim hayatımdaki etkisi çok büyük..Ne zaman dinlesem 5 yaşıma dönüyorum. Tahta kütüphanesi olan yeşilli sarılı kanepemizde annemin aldığı cornfleksi cam kasede yiyiyorum..O kadar huzurluyum ki...Şimdi bunları yazarken gözlerim yaşlanıyor, çocukluğumu, geçirdiğim günleri yürek sızısı içimde anıyorum..Daha farklı olabilir miydim? Daha farklı bir hayatım olur muydu? Bilmiyorum, hiç bilmiyorum..Aa bir de hatırladığım babaannemin Almanca konuştuğunu zannetmemdi..Şimdi düşünüyorum ki ne kadar acı kendi anadilinde konuşamamak ve bunu saklıyor olmak..Kürtçe, Kürtler Antalya halkında hiçbir zaman tam olarak kabul edilememiş iki başlık...Şimdi yine bir albümle hayatımı değiştiriyorum..Bajar, bgst nin bir projesi, solisti Vedat Yıldırım ve Burak Korucu...Kardeş türküler zaten benim hayatımda çok büyük bir öneme sahipti nedense...Ne zaman dinlesem tarif edemediğim bir boşluk, bir açlık, bir çoşku içine alır sürüklerdi. Hatırlıyorum da anneanneme dinletirdim anlar mı diye..Zazaca bildiği için hatırlamasını sağlamak isterdim..Dedim ya hayatımda birçok şeyden uzaklaşarak mutluluğu, huzuru bulacağımı düşündüm ve hep öyle yaptım..Şimdi Bajar ile kaçtığım aileme, kökenime, Mehmed Uzun'a, hayatıma yaklaşıyorum..Bu tuhaf duygu beni hayatın rutininden çıkarıyor, odağımı, hislerimi değiştiriyor..Öyle ki içimdeki kıpırdanma ve ses arrtıkça dışardaki sesleri duyamıyorum..İç sesim öyle artıyor ki ne yapacağımı arayıp duruyorum...İlk defa kaçarak değil yaklaşarak huzuru buluyorum ve şükrediyorum...