Bir Yol Hikayesi…

inkum 23 Nisan tatilini fırsat bilen 9 arkadaşımla birlikte önce Amasra oradan da Safranbolu’ya gittik arabalarımızla. 23 Nisan’da sabaha karşı başlayan yolculuğumuzun ilk durağında saat 10 civarında Amasra’yı kuşbakışı gören bir tepede kahvaltımızı yaptık. Manzara inanılmazdı, mavi denizin üzerinde yeşil kara parçalarını izlerken kuş sesleri kulaklarımıza, rüzgarın ve deniz çam kokan nefesi ise yüzümüze vuruyordu.Kahvaltımızdan sonra Amasra merkeze indik ve  başladık turlamaya. Önce çok tatlı bir çiftin teknesinde Amasra turu yaptık, sonra Amasra’nın çarşında alışverişimizi yaptık üzerine Barış Akarsu’nun heykelinin bulunduğu meydanda denize bakan bir kafede bir şeyler içtik ve en sonunda da kapanışı Amasra’nın ünlü bir balıkçısında yaptık. Derken Amasra’yı ağzımızda güzel bir balık ve salata tadıyla bıraktık koyulduk Safranbolu yoluna…

İşte tam bu yol üzerinde bu tatilin en güzel anı yaşandı…İnkuma giden çamlık yolda çok güzel bir müzik eşlik ediyordu bize…Pamflüt ezgisiyle dolu bu şarkı büyüledi beni içime huzur doldurdu biraz hüznüyle birlikte…Şimdi bu satırları yazarken bu şarkıyı dinliyorum. Tatilin en güzel kazancından birisi oldu bu…

İkinci kazancım ise yerinde duramayan, maceraperest ve çokça da insan sohbetine düşkün olan Mehmet’in keşfettiği Hüsnü Amca oldu. İnanılmaz beyaz pos bıyıklara sahip, 50 yıldır Safranbolu’da bir dükkanda el emeği olan deri malzemeleri ve değişik parçaların satıldığı dükkanının sahibi olan Hüsnü Amca…O da ikinci kazancım oldu Mehmet’le bana elleriyle yaptığı deri bilekliğim ve ondan aldığım inanılmaz boncuklarımla hep onu hatırlayacağım…

Not:Mehmet ne acayip bir insansın sen…Ruhun bu zamana ait olmayan bir yerden gelmiş ve sıkıştığı bu yerde nereden geldiğini arıyor olmalısın ki sürekli geziyorsun.Aradığın şeyi bulman ama bu zamanı ve bizleri de bırakmaman dileğiyle..

Gürültü Ustaları

might get loud

Esvan’dan aldığım uyarı sonucunda bu belgeseli izlemeyen hassas ruhlara sesleniyorum; lütfen devamını okumayın çünkü belgesel hakkında biraz yorum yapacağım.

3 farklı gitaristin kendi tarzlarını oluştururken yaşadıkları farklı ama bir o kadar da aynı yolların anlatıldığı belgesel Jack White’ın köyde inekler arasında cola şisesi, tel ve tahta parçasıyla gitar yapmasıyla başlar ve yaklaşık 2 saat boyunca sizi müziğin yaratıcılığında dolaştırır. O kadar çok şey var ki değinmem gereken bu konuda bir sürü şey yazabilirim. Ama sanırım en doğrusu izledikten 2 gün sonra bende kalan tortuyu paylaşmak olur…

Belgesel size yaratıcılık yolunda tıkanmaların çok normal olduğunu paniğe kapılmamanız gerektiğini, içinizdeki çocuğu dinlemeniz gerektiğini (Jack White’ın küçük versiyonunu görürüz zira belgeselde), bir mabedinizin olması gerektiğini (The Edge’ın kaçtığı ve dalgalara karşı gitar çaldığı yer), yalnış açıdan baktığınızda karmaşık görünen şeylerin aslında bakış açınızı değiştirdiğinizde ne kadar net olduğunu anlatır gitar soloları eşliğinde…

Bir pazar gecesi bunları hissetiren belgeselden çıktığımda Esvan’a Jack White’ı neden daha önce fark etmediğimi söyleyip durdum…Blues temelli gitar çalması, baştan aşağı arıza olması beni o kadar etkiledi ki aşık oldum kendisine çünkü:))

Kendileri:)

jack'im

Not: Esvan iyi ki varsın da bunları paylaşıyorum seninle:):)